Dr. Legenhausen: Hz. Muhammed’in (s.a.a) ailesi küresel feminizme karşı örnek bir model
20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan feminizm hareketi, Batı kültürünün anlayışını köklü bir şekilde değiştirdi. Cinsiyet eşitliği talebi belki de hiçbir başka hiçbir toplumsal hareket, ahlak ve toplumsal tutumlarda bu kadar derin değişikliklere yol açmamıştır.
Bu devrim, bireysel özgürlüğün, özellikle geleneksel Hristiyan ahlak anlayışına bağlı cinsel kısıtlamalardan arındırılması gerektiğini savunuyordu.
Öte yandan eşcinsel hakları hareketi de bu özgürlük taleplerini kendi çıkarları doğrultusunda genişletti. Yazılı medya, sinema ve televizyon üzerindeki ahlaki denetim
zayıfladı; müstehcenlik yaygınlaştı, konuşma ve davranışlardaki genel beğeni ölçütleri, yayınların ve filmlerin dayattığı biçimde değişti. Aile bağları zayıfladı, boşanma oranları birçok Avrupa ve İskandinav ülkesinde arttı ve çocukların yaklaşık yarısının evlilik dışı doğduğu tahmin ediliyor.
Mahkemeler ise evlilik ya da evlilik benzeri ilişkilerdeki sorumluluklar, mülkiyet hakları gibi yeni ve karmaşık sorunlarla karşı karşıya kaldı. Ailenin zayıflatılmasıyla birlikte toplumsal cinsiyet düzeninde daha derin sarsıntılar ortaya çıktı.
Aynı zamanda kadınlar, iş dünyasında, akademide ve siyaset sahnesinde giderek daha görünür bir güç haline geldi. Feminist düşünce, 1960’lardan bu yana Batı’daki sosyal çalkantıların başlıca etkenlerinden biri oldu ve hâlâ etkisini sürdürmektedir. Feminist hareketin savunduğu temel hedeflerden biri, aile kurumunun ve cinsiyetlere özgü geleneksel rollerin ortadan kaldırılmasıydı. Bu hedef zamanla eşcinsellik ve cinsiyet karışımı gibi eğilimlerin savunulmasına evrildi.
Senaryo yazımı, reklamcılık ve kamuya yönelik işe alım uygulamaları gibi birçok alanda da kendi tercihlerini dayatmayı başardılar. Toplumsal meselelerin tartışıldığı dil ve kavramları belirlediler ve bu ideolojilerini dışa ihraç etmeye başladılar.
Feminizm, Batı dışındaki bölgelere de yayıldı. Sömürgeci güçler, kendi egemenlikleri altındaki yerel kültürleri zayıflatmak için bu ideolojiyi bir araç olarak kullandı. Müslümanlar arasında belirli ölçüde direnişle karşılaşsa da, feminizmin ne olduğu, hedefleri, tarihi ve farklı kolları hakkında büyük bir kafa karışıklığı bulunmaktadır.
İslam’da kadının rolü
İslamî kaynaklarda kadına atfedilen en önemli rol, eş ve anne olmaktır. Ancak İslam’daki kadın rolü asla bunlarla sınırlı değildir. Kadınlar girişimci olabilir; Hz. Muhammed’in (s.a.a) ilk eşi ve İslam’a ilk inanan kişi olan Hz. Hatice (s.a) örneğinde olduğu gibi.
Kadınlar siyasi olarak da kararlı bir duruş sergileyebilir; bu uğurda şehit olmayı bile göze alabilirler. Hz. Ali’nin (a.s) eşi ve Hz. Hasan (a.s) ile Hz. Hüseyin’in (a.s) annesi olan Hz. Fatıma (s.a) da bunun en güzel örneklerindendir.
Ancak bazı konumlar, örneğin erkeklere imamlık yapmak gibi, kadınlar için uygun görülmemektedir.
Batılılar genellikle, İslam toplumlarında erkeklerle kadınlar arasındaki sosyal ilişkiler Batı’ya göre daha sınırlı olduğu için Müslüman kadınların sosyal ve siyasal olarak aktif olmadıklarını düşünürler.
Oysa Müslüman kadınlar tarihin her döneminde sosyal ve siyasal hayatta aktif olmuşlardır. Her ne kadar kamuya açık liderlik rolleri nadir olsa da, bu onların etkinliklerini ortadan kaldırmaz.
Allah, Kur’an’da kadınlara doğrudan hitap eder, onlara yaptıkları işlerin boşa gitmeyeceğini bildirir ve onları örnek alınacak şahsiyetler olarak sunar. Bu kadınlar, sosyal olarak elverişsiz koşullarda bile cesaretle sorumluluk üstlenmişlerdir. Bunu kendi haklarını ya da çıkarlarını elde etmek için değil, Allah’a itaat için yapmışlardır.
Hz. Meryem’in (s.a) halkı, evlilik dışı çocuk sahibi olduğu için onu kınadığında, o sadece Allah’a itaatle melekten gelen mesajı kabul etmişti. Halkın alaylarına karşı bir açıklama yapmamış, sadece Hz. İsa’yı (a.s) göstermiştir. Aynı şekilde, Firavun’un eşi de kocasının putperestliğine boyun eğmemiş, Hz. Musa’nın (a.s) mesajını kabul etmişti.
İslam’ın kadına biçtiği temel roller — eşlik ve annelik — feminist hareketin en fazla rahatsızlık duyduğu rollerdir. Kadın haklarını savunanlar, kadını bu rollere mahkûm olmaktan “kurtarmak”, nikahsız birliktelikleri ve çocuk doğurmayı “özgürlük” olarak sunmak isterler.
Onlara göre kadının ilerlemesi; iş imkânları, gelir elde etme, sıra dışı cinsel deneyimler yaşama ve siyasi güç kazanma ile mümkündür. Oysa İslam, kadının servet ve güce ulaşmasını engellemez, ama evlilik ve aile kurumuna daha fazla önem verir.
Bu yaklaşım, aslında dünya üzerindeki kadınların büyük çoğunluğunun ilgilerine daha çok hitap eder. Zira birçok kadın servet ve gücü istemekle birlikte, öncelikli olarak evlilik ve aile kurmakla ilgilenir. İslam, bu temel ilgileri yüceltirken, feminizm onları aşındırma eğilimindedir.
Doğal olarak, İslam’da kadının en önemli rolü erkekten çok da farklı değildir: Her ikisi de Allah’ın kuludur. Müslüman kadınlar ve erkekler, anne, baba, eş, tüccar, öğretmen, öğrenci, işçi ve işveren gibi çok sayıda rolü birlikte paylaşırlar.
Gary Carl (Muhammad) Legenhausen
Alman Paderborn Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Dr. Legenhausen, felsefe profesörüdür. Araştırmaları Batı felsefesi, din felsefesi ve İslam felsefesi üzerine yoğunlaşmıştır. 1983 yılında Rice Üniversitesi’nde felsefe doktorasını tamamlamış, aynı yıl Şii İslam’la tanışarak Katolik inancını terk edip Müslüman olmuştur. “İslam ve Dinsel Çoğulculuk” adlı kitabın yazarıdır. Dinlerarası diyaloğa yakın duran bir düşünürdür ve kendisini “indirgemeci olmayan dinî çoğulculuk” savunucusu olarak tanımlar.
Yazan: Dr. Gary Carl Legenhausen
Çeviri: Merve Soydaş Gök