İmam Hüseyin’in (a.s) dostları... Hakikatin adamları

2025-07-03 09:49

Tarihin sınırlarında duran, ihtişamının temel taşlarını koyan, azametinin izlerini canlandıran ve hayat veren bu adamlar... Tarihin sönmeyen özü, solmayan güneşi ve tükenmeyen kaynağı oldular. Yıllar geçse de bu hakikat solmadı; aksine her geçen gün daha da parladı ve ışıldadı. Onlar, tarihte yağmur gibi var oldular. Şiddeti arttıkça toprağın derinliklerine nüfuz eder ve oradan yeni başaklar filizlenir.

Bu eşsiz adamların tarihin yörüngesinde çizdiği yol, kahramanlıkları, yiğitlikleri, dirayetleri ve ilkelerine, inançlarına bağlılıklarıyla şekillenen istisnai ve tekil bir yoldur. Bu, tarihin doğal akışında tekrar eden yollardan değildir.

Onların çizdiği yol, çoğu tarihçinin yazdığı türden sahte ihtişamlar ve süslü kahramanlıklar anlatılarından değildir. Bu tarihçiler, bu anlatılara batıl sloganlar giydirmiştir.

Bu yol, otoritenin iradesine boyun eğmiş kalabalıkların akılsız toplumsal davranışları gibi de değildir. Tam aksine, tarihçilerin uzmanlaştığı ve parçası hâline geldikleri türden bir yolun karşıtıdır bu. Otoritenin yandaşları olan çıkarcılar, işgalciler, simsarcılar, paralı askerler, yalancılar, suçlular ve benzerleri tarafından işlenen tarihî olayları aktaran tarihçiler, bu sahte anlatıların taşıyıcısı olmuşlardır. Bu insanların bilinçsiz iradesini, otoritenin iradesi yönlendirir. Onlar, tamamen ona boyun eğerek teslim olurlar: Otorite kiminle barışırsa, onlar da onunla barışır; otorite kimi savaş ilan ederse, onlar da ona savaş açar; otorite kimi severse, onlar da onu sever; otorite kimden nefret ederse, onlar da ondan nefret ederler. Böylece onlar, otoritenin kölesi olurlar ve otoritenin zulmü, zorbalığı, fesadı ve azgınlığı arttıkça bu kölelikleri de daha da derinleşir.

O yüce adamların izlediği yol, bu çizgiden tamamen farklıdır; hatta onunla yüzleşen, ona karşı çıkan, onunla yollarını ayıran bir yoldur. Bu yol, kendini kendi eliyle çizen bir rotadır. Bu, onların tam bir idrak, bütüncül bir bilinç ve sarsılmaz bir kararlılıkla çizdiği hakikat yoludur. Onlar, hakkın yanında durmuş, batılla savaşmış, hakikati savunmuş, basiret sancağı altında inanç çağrısına kulak vererek yakînin en üst mertebesine ulaşmışlardır.

Bu nadir adamlar, İslam’ın yürüyüşünü sürdürme ve Peygamber’in torunu olan Hz. Hüseyin’de (a.s) somutlaşan özgün Muhammedî yolu izleme sorumluluğunu omuzlarına almışlardır.

Onlarda ruhların yüceliği tamamlanmıştı. Doğruluk, cesaret, asalet, yiğitlik ve vefa; bunlar, Hz. Hüseyin’in (a.s) dostlarında ortak vasıflardı. O kahramanların ağızlarından çıkan sözler, onların derin bağlılıklarını ve davalarına olan sarsılmaz tutunmalarını ifade ediyordu. Bu sözler, izzetin ve fedakârlığın en yüce ve en yüksek derecelerini yansıtıyordu. Onlar, Allah yolunda kendilerini Hz. Hüseyin’in (a.s) huzurunda sunarken, yüce değerlerin en güzellerini ve onurlu duruşların en şanlısını hayata geçiriyorlardı. Şehitliğin en mükemmel hâli olarak, irade, azim ve basiret timsaliydiler. İmam’ın (a.s) çağrısına hak sancağı altında cevap verdiler. Bu yüzden tarih, İmam Hüseyin’in (a.s) şu ölümsüz sözlerini onlar için kaydetmiştir:

“Ben, dostlarım kadar vefalı ve daha hayırlı dostlar tanımadım.”

O boğazlardan, içlerinde parlayan sevgi ve sadakatle yükselen sesler, bir araya gelerek ebedi Kerbela ezgisini, sonsuz sevginin simgesini ve vefanın kitabını oluşturdu. Bu sözlerdeki saf inanç izleri, o kahramanların duruşlarının samimiyetiyle hayat buldu; onlar, zamanın benzerini hiçbir dönemde doğurmadığı, dini ve inancı savunan yiğitlerdi. Her birinin sesi, içindeki Hüseyin’e duyulan sevgi ve bağlılığı yansıtırdı; sanki o kalpler, Hüseyin sevgisi dışında hiçbir sevgi barındırmazdı.

Kerbelâ gününde onların duruşlarını takip eden kimse, tarihin insanlık sayfalarında benzeri görülmemiş bir sadakat, vefa ve kararlılık tablosuyla karşılaşır. Bu gerçeğe İmam Hüseyin’in (a.s) şu sözü de tanıklık etmektedir:

“Vallahi, onları denedim ve onda ancak cesur ve yiğitler buldum; tıpkı çocukların anne sütüyle teselli bulması gibi, onlar da ölüm karşısında benim yanımda teselli buluyorlar.”

Onlar canlarını ucuz saydılar ve dünya ile içindekilere hiç değer vermediler... Mallarına, evlatlarına... Hiçbirine önem atfetmediler. Bilakis, ebedî bir izzetle karşılaşacakları için sevinçli ve kendilerini adamış bir ruh hâli içindeydiler. Şehitlerin efendisi, o sadık dostlarını titizlikle seçmiş, sınamış ve Allah’ın da onlar için bu fedakârlığı takdir etmiş olduğu insanları belirlemişti. Onlar, Allah’ın rızasına kurban edilen kana bulanmış yıldızlardı. Bu nadide toplulukta devrimin tüm değerleri ve ilkeleri billurlaştı.

Bir insanın, hayatı küçümseyip inanç ve ilke uğruna canını feda ettiği bir duruştan daha yüce ne olabilir?

Ya biri oğlunu, kardeşini ya da bir anne oğlunu Allah yoluna gönderdiğinde?

Evet, onlar imanın ve yakînin zirvesine ulaştılar ve şehadetle ödüllendirilerek iyilerle beraberlik makamına eriştiler.

Emirü’l-Müminin Ali (a.s), Sıffin'e giderken Kerbelâ’ya uğradığında şöyle buyurmuştur:

"Bu mekânda şehit olacak kişiler vardır ki, onların benzerleri ancak Bedir şehitleri olabilir."

Ashabdan yüce sahabî Selman-ı Farisî (r.a) onların arasından biri olmayı şöyle dilemiştir:

"Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer onun zamanını yetişseydim, onun önünde kılıç sallardım, uzuv uzuv kesilseydim de yine onun önünde yere serilirdim. Çünkü onunla birlikte öldürülen kişiye, Bedir, Uhud, Huneyn ve Hayber şehitlerinin her biri kadar yetmiş şehit sevabı verilir."

İmam Sadık’tan (a.s) rivayet edilmiştir: Emirü’l-Müminin (a.s) Kerbelâ’dan geçtiğinde gözyaşlarıyla ağladı ve şöyle buyurdu:

"Burası onların bineklerini çöktüreceği yerdir, burası konaklayacakları yerdir, işte burada kanları dökülecek… Ne mutlu sana ey toprak, üzerine sevgililerin kanı akacak. Burası bineklerin indiği, şehitlerin konakladığı bir yerdir. Onlardan önce gelenler onlara yetişemez, sonra gelenler de onları geçemez."

Bu yüce sözler, onların İslam’ı ve müminleri savunma uğruna sergiledikleri yüce duruş, sarsılmaz cesaret ve direnişlerinin bir yankısıdır. Onlar, en çetin ve en zor koşullarda bile en destansı kahramanlıkları, yiğitlikleri, asaleti ve vefayı örneklemişlerdir. Bu da onların ne kadar sabit, dayanıklı ve güçlü olduklarının açık göstergesidir.

Gerçek şu ki, bu kahramanların ortaya koyduğu şey tarif edilemeyecek kadar büyüktür. Onlar, Rablerine, Peygamberine, vasîsine ve İmamları, Şehitlerin Efendisi’ne (a.s) inanan erkekler ve gençlerdi. Onlar, bu haklı davaya yürekten iman etmişlerdi ve Allah onların hidayetlerini artırdı. Kendilerini ölüme hazırladılar ve İmam Hüseyin’in (a.s) şu sözünün birer canlı örneği oldular:

“Kim bizim yolumuzda canını feda etmeye hazır ve Allah’la kavuşmaya kararlıysa, bizimle yola çıksın.”

“Kim bizim yolumuzda canını feda etmeye hazır ve Allah’la kavuşmaya gönlünü alıştırmışsa, bizimle yola çıksın.”


Onlar bu hakikati gönülden kucakladılar, onunla yürüdüler ve zalimlerle birlikte bir yaşam sürmektense onun uğruna ölmeyi tercih ettiler. İmamları Hüseyin’in (a.s) şu sözüne de kalplerinde tam bir yakinle iman ettiler:

“Mümin, Allah’la kavuşmayı hak üzere arzulamalıdır. Çünkü ben ölümü saadet, zalimlerle birlikte yaşamayı ise ancak zillet sayıyorum.”

Onlar hakkında söylenen ve İmam Hüseyin’e (a.s) nispet edilen şu beyitler ne de güzel ifade eder bu ruh hâlini:

Bir topluluk ki, felaket çağrısı duyulduğunda, herkes perişan ve dağılmışken,

Zırhlarının üzerine kalplerini kuşanarak can vermeye koşarcasına geldiler.

Hayatı terk ettiler; ne büyük gençlerdi onlar! Cennetlerde konakladılar, yeşil ipekler giydiler.

Bu seçkin insanlar, Hz. Hüseyin’le (a.s) birlikte savaşmaya ve onun uğruna ölmeye kesin karar verdiler. Az sayıda olmalarına rağmen çok sayıda düşmana karşı durdular; cesaretleri ve kahramanlıklarıyla akılları hayrete düşürdüler, dilleri susturdular. Düşmanları dahi onların yiğitliğine tanıklık etti. Öyle ki, Kerbelâ günü Emevî ordusunun sağ kanadının komutanı olan Amr bin Haccâc ez-Zübeydî, adamlarına şöyle seslendi:

“Siz kiminle savaştığınızı biliyor musunuz? Siz, Kûfe'nin süvarileriyle, basiret sahipleriyle, ölüme gözünü kırpmadan atılan adamlarla savaşıyorsunuz. Sayıları az da olsa, sizden onlara karşı çıkan kim varsa öldürülüyor. Sadece taşlasanız bile onları öldürürsünüz.”

Onu, Emevî ordusunun komutanı olan Ömer bin Sa’d bin Ebî Vakkâs da şu sözlerle destekledi:

“Halka haber gönderin, hiç kimse onlarla teke tek çarpışmasın. Eğer onlara karşı tek tek giderseniz, sizi yok ederler.”

Bu iki adam biliyorlardı ki, o kahramanların savaşmasına sebep olan güdüler, kendilerinin ve onların benzerlerinin –Emevîlerin kölelerinin– savaştığı çıkarcı, alçak ve nefsanî güdülerden çok farklıydı.

Hz. Hüseyin’in (a.s) ashabı eşsiz bir nitelik taşıyordu. Zamanın benzerini az sunduğu türden adamlardı bunlar. Kemal, bilinç ve basiretin en üst mertebelerine ulaşmışlardı. İmanla dolu, yakin sahibi gerçek müminler olarak, en yüksek makamlara ulaşmaya hazırdılar.

Onların Hüseyin’le (a.s) savaşı, temiz ve samimi bir inançtan kaynaklanıyordu. Allah, onların kalplerini imanla imtihan etmişti. İmamlarına olan bağlılıkları ne kabilecilikten ne de dünyalık çıkar arzusundan doğuyordu. Onlar savaşa girdiklerinde, şehit olacaklarını bilerek ve Hüseyin’le (a.s) birlikte öleceklerine yürekten inanarak bunu yaptılar. İmam Hüseyin (a.s) onlara kendi kaderlerini şöyle açıklamıştı:

“Ölüm, Âdemoğullarına, genç bir kızın boynuna geçirilmiş gerdanlık gibi yazılmıştır. Atalarıma kavuşmayı ne kadar özlediğimi anlatamam; Yakub’un Yusuf’u özlediği gibi... Benim karşılaşacağım ölüm sahnesi benim için en hayırlı olanıdır. Sanki vücudumun parçalarını, Nevaavîs ile Kerbelâ arasında bozkırın yırtıcı aslanları parçalıyor, aç karınlarını ve susuz bağırlarını benim bedenimle dolduruyorlar. Kalemle yazılan kader gününden kaçış yoktur.”

O (a.s), buna rağmen onları serbest bırakmış, dileyenlerin gitmesine izin vermişti. Hatta onlardan kurtuluşlarını istemişti; Kerbelâ yolunda birçok durakta ve farklı şekillerde hem toplu hem bireysel olarak onlara hitap etmişti. İçeriği aynı ama ifadeleri çeşitlenmişti. Şu sözleri onlardan birkaçı:


Muslim bin Akîl, Hânî bin Urve ve sütkardeşi Abdullah bin Yaktur’un şehit edildiği haberini aldıklarında, İmam (a.s) ashabına şöyle dedi:

“Şiîlerimiz bizi terk etti. Aranızdan kim gitmek istiyorsa gidebilir. Bizim tarafımızdan ona herhangi bir sorumluluk yüklenmez.”

Öldürülmeden bir gece önce ise şöyle dedi:

“Biliniz ki, ben bu düşmanların bizimle karşılaşmak istediğini düşünüyorum. Size izin verdim. Hepiniz serbestsiniz. Bu gece karanlığı sizi örtmüştür; onu bir binek gibi kullanın. Her biriniz ehlibeytimden birinin elinden tutarak dağılın. Allah hepinizi hayırla mükâfatlandırsın. Kendi bölgelerinize ve şehirlere dönün. Çünkü bu insanlar sadece beni istiyorlar; beni bulurlarsa başkalarını unuturlar.”

Başka bir sözünde:

“Siz sözünüzü yerine getirdiniz, bana yardım ettiniz. Bu topluluk yalnızca beni istiyor. Eğer beni öldürürlerse başka kimseyi aramayacaklar. Gece bastığında karanlıkta dağılın ve kendinizi kurtarın.”

Aşura gecesi Benî Akîl’e şöyle dedi:

“Muslim’in öldürülmesi sizin için yeterlidir. Gidin, size izin verdim.”

O gece Nafi’ bin Hilâl el-Cemelî’ye şöyle dedi:

“Şu iki dağ arasından gece vakti geçerek kurtulmak istemez misin?”

Ebû Zerr’in azatlı kölesi Cevn bin Huvay’e, savaş için izin istemeye geldiğinde şöyle buyurdu:

“Ey Cevn! Sen bizden izinlisin. Bize katılmanın sebebi huzur arayışındandı. Bu yolda sınanmanı istemem.”

Muhammed bin Bişr el-Hadramî’ye, oğlu Rey cephesinde esir edilmişti, şöyle dedi:

“Benim sana olan biatim bozulmuştur. Git, oğlunu kurtarmaya çalış.”

Ve benzeri nice sözler... Peki, onların cevabı ne oldu?

İlahi aşk onların dudaklarından Allah yolunda şehadet olarak dile geldi. Verdikleri cevaplar, İslam’ın değerlerine, Resulullah’ın (s.a.a) yoluna ve imamlarının (a.s) davasına olan derin imanlarını ortaya koydu. O dava ki, ümmetin bedenine İslam’ın ruhunu yeniden üfledi; İmam Hüseyin (a.s) onun yüce hedeflerini şöyle ilan etmişti:

"Ben ne baş kaldırmak için, ne kibirlenmek için, ne fesat çıkarmak için, ne de zulmetmek için kıyam ettim. Yalnızca ceddim Resulullah’ın ümmetinde ıslah yapmak için çıktım. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak istiyorum."

Onların cevapları, imanın en yüksek derecelerini ve en yüce şehadet arzusunu temsil ediyordu. Verdikleri sözler tarihin alnına nurdan harflerle yazıldı. Bu sözler nesilden nesile aktarıldı ve aktarılmaya devam edecek. Şimdi bu ölümsüz cevaplardan bazılarını dinleyelim. Bunlar, fedakârlık ve özverinin en seçkin örnekleri, her devrin devrimci ıslahatçısı için birer pusuladır:

İmam Hüseyin’in (a.s) kardeşleri, amcaoğulları (Akil ve Cafer oğulları), yeğenleri, evlatları ve ehlibeyti —başta Haşimoğulları’nın ayı olan Abbas b. Ali (a.s)— şöyle dediler:


"Bunu neden yapalım? Senden sonra hayatta kalmak için mi? Allah bize bunu asla göstermesin! Canlarımızı, mallarımızı ve yakınlarımızı senin yoluna feda ederiz. Seninle savaşır, seninle birlikte varacağımız menzile varırız. Senden sonra yaşamak lanet olsun!"

Müslim b. Avsece dedi ki:

"Seni terk mi edeceğiz? Allah katında hakkını gözetmemekte neyle özür beyan ederiz? Allah’a yemin ederim ki, elimdeki mızrağı göğüslerine saplayana, kılıcımı elimde tutabildiğim sürece onlara savurana kadar senden ayrılmam. Yanımda savaşacak bir silahım olmasa bile, seni savunmak için taş atar ve seninle birlikte ölürüm!"

Said b. Abdullah el-Hanafî dedi ki:

"Allah’a yemin ederim ki, seni yalnız bırakmayacağım. Allah, bizlerin Resulullah’ın (s.a.a) emanetine nasıl sahip çıktığını bilsin. Allah’a yemin olsun ki, eğer öldürülüp tekrar diriltileceğimi, sonra yakılarak küle dönüştürülüp rüzgârda savrulacağımı bilsem ve bunun yetmiş defa tekrarlanacağını da bilsem, yine de senden ayrılmam. Ta ki senin yolunda şehit olayım. Bu da neden olmasın? Nasıl yapmayayım ki? Bu sadece bir defalık ölümdür ama ardından hiç tükenmeyecek bir izzet ve keramet vardır!"

Züheyr b. Kayn şöyle dedi:

"Allah’a yemin ederim ki, senin uğruna öldürülmeyi, sonra diriltildikten sonra tekrar öldürülmeyi, böylece bin defa öldürülmeyi isterim de bu ölümle senin, ehlibeytinin bu gençlerini kurtarmayı umarım."

Nafi’ b. Hilal el-Cemelî dedi ki:

"Anam beni yitirsin! Kılıcım bin kişilik, atım da öyle. Allah’a yemin ederim, senin vesilenle Rabbim bana nimet verdi. Senden ayrılmam, atım koştuğu ve kolum dövüştüğü sürece!"

Berîr b. Huzayr dedi ki:

"Ey Allah Resulü’nün evladı! Allah, seninle bize ihsanda bulundu. Senin yanında savaşacağız, vücudumuzda senin uğruna parçalar kesilecek ve sonra deden kıyamet günü bizim için şefaatçi olacaktır."

Cevn b. Huvay (Ebû Zerr el-Gıfârî’nin azatlı kölesi) şöyle dedi:

"Refah zamanında sizin yemek kaplarınızı yalayıp sıkıntı zamanında sizi mi terk edeceğim? Hayır! Allah’a yemin ederim ki, sizden ayrılmam. Bu siyah kanım, sizin kanınızla karışıncaya kadar!"

Hurr b. Yezid er-Riyahî et-Temîmî şöyle dedi:

"Kendimi cennetle cehennem arasında seçim yapmakla karşı karşıya buluyorum. Allah’a yemin ederim ki, cennet dışında hiçbir şeyi seçmem; ateşte yakılsam bile!"

İşte bunlar, zalim bir otoritenin elinde oyuncak olmayı reddeden ruhlardır. Onlar, zillet ve aşağılık bir hayat yerine onurlu ölümü tercih ettiler. Şehitlik, onların gözünde Hz. Hüseyin’in (a.s) huzurunda kazanılacak en büyük lütuftu. Onların kanı, özgürlük yolunu aydınlatan birer kandil olarak gelecek nesillerin yolunu aydınlatacak. Böylece İslam’ın güneşi dünyanın dört bir yanında parlamaya devam edecek.

العودة إلى الأعلى