İmam Hüseyin’in (a.s) diriliş okulu... Yeryüzünün yaratılışı öncesinden Aşura'nın yansımaları
Hicri 61 yılında Muharrem ayının 10’uncu gününde yaşanan Aşura olayının başlangıcı çok daha derinlere dayanıyor. Aşura tüm bilinen tarihi olaylarla birlikte, ama aslında hepsinden önce başlamıştı.
Aşura olayı, İmam Hüseyin’in (a.s) Beytul Haram’ın mukaddesatına zarar gelmesin diye Hacc ibadetini tamamlamadan Mekke’den ayrıldığı Terviye günü başlamamıştı.
Recep ayının sonunda Kûfe'ye taşınmaya hazırlanmak için dedesinin şehrinden ayrıldığında başlamamıştı...
İmam Hüseyin’in kardeşi Hasan el-Mücteba’nın (a.s) zehirlenerek şehit edildiği, ihanete uğradığı ve dedesinin yanına defnedilmesinin engellendiği gün başlamamıştı.
Müminlerin Emiri olan babası İmam Ali’nin Kufe’de mihrapta vurulduğu ve başından akan kanların ak saçlarına düşerek şehit olduğu gün başlamamıştı.
Dünya ve ahiret kadınlarının efendisi olan annesi Hz. Fatıma’nın zulme ve haksızlığa uğradıktan sonra şehit olarak Rabbinin ve çok sevdiği babasının yanına göç ettiği gün başlamadı.
Hem neşe hem de hüzün duyguları arasında gerçekleşen doğum gününde başlamamıştı. Alemlere rahmet olarak gönderilen dedesi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) doğduğu gün başına geleceklerden dolayı onun için ağlamıştı.
Aşura tüm bunlarla birlikte, ama aslında hepsinden önce başlamıştı.
Her şey, Allah-u Teala’nın gökleri ve yeri yaratmadan iki bin yıl önce, İmam Hüseyin’in (a.s) nurunu yaratmasıyla başladı.
Selman el-Muhammedi Peygamber efendimizden (s.a.a) şöyle aktarmıştır: “Ey Selman! Allah beni kendi nurunun saflığından yarattı, sonra beni çağırdı ve ben de O'na itaat ettim. Ardından Ali'yi benim nurumdan yarattı, onu çağırdı ve o da itaat etti. Sonra benden ve Ali'nin nurundan Fatıma'yı yarattı, onu çağırdı ve o da itaat etti. Ardından benden, Ali'den ve Fatıma'dan Hasan ve Hüseyin'i yarattı, onları çağırdı ve onlar da itaat ettiler. Sonra Hüseyin'in nurundan dokuz imam yarattı, onları çağırdı ve onlar da itaat ettiler. Bu, Allah göğü, yeri, havayı veya suyu, bir meleği ya da insanı yaratmadan önceydi. Bizler Allah'ın ilmiyle nurlar olarak O'nu tesbih ediyor ve O'na hamd ediyorduk." (Bihar’ul Envar c:54 s:169)
Aşura, Hüseyin'in Allah'ı tesbih eden, yücelten ve O'na itaat eden bir nur olarak yaratıldığı gün başladı. Alemlerin yaratıcısı olan Allah, sonsuz ilmiyle bu nurun büyük bir peygamberin torunu olacağını elbette biliyordu. Beşeri varlığı ve kalbiyle, unutulmaya yüz tutmuş dini yeniden canlandıracağını, Rabbinin emirlerine itaat edeceğini ve Allah yolunda kınayanların kınamasından korkmayacağını biliyordu. Allah, başka hiçbir peygamberin, sıddık ve velinin başına gelmeyen bir musibetin Hüseyin’in (a.s) başına geleceğini ve onun ölümünün tüm diriler için hayat olacağını elbette biliyordu. “Allah beni şehit olarak görmek istedi...!”
Allah, bu müstesna insanın ölümüyle ölümün kuralını bozacağını ve şehadetiyle yaşayacağını biliyordu. Şehitlerin Rablerinin yanında diri oldukları ve rızıklandırıldıkları biliniyor. Ancak Hüseyin’in hayatı ile şehadeti farklıdır.
Yüce Allah, Hüseyin’in (a.s) mazlumca akan kanıyla zamanın perdelerini yırtacağını, zulmün kuraklaştırdığı her toprağa yağmur gibi yağacağını, böylece toprağın derinliklerinde yaşayan hakikat tohumlarını yeşerteceğini biliyordu.
Allah (c.c.) olacakları sanki olmuş gibi bilir. Çünkü O, yaratan ve şekil veren, ilk ve son olandır. O'nun katında her zaman eşittir; gaybı ve görüneni bilendir, merhametli ve rahmandır.
Burada zorlu bir soru beliriyor: Bütün bunların hikmeti nedir? Allah neden bu kadar mükemmel bir insanı yaratıp onu hak ve kemal yolunda kurban etsin? Hüseyin ölmek için mi doğdu? Yoksa yeniden doğmak için mi öldü?
Bu sorunun, kalplere ve akıllara şifa olacak bir cevabı var: Hepimiz ölmek için doğduk. Ölüm tüm insanlar için haktır. Allah hayat ve ölümü hangimizin daha iyi amel yapacağını sınamak için yaratmıştır.
Ölüm, ebedi hayat yolculuğundaki bir duraktır. Allah’a inanmayanlar ölümü bir son olarak görür, müminler ise başlangıç. Dünya, gelip geçici birkaç gündür, ahiret ise ebedi çağlardan bir ufuk. Ancak dünyayı fitneye bulaşmadan sağ salim yaşayan ve ödülünü kazanmayı bilenler kalıcı ve yüce olur. Ödül ise, ancak takva sahibi olan, iyi işler yapan, dürüst olan ve iman edenler içindir.
Hikmeti sorgulamak bile bir hikmettir. Allah bu mükemmellikte bir insanı, ancak kemal yolunda kurban olması için yaratmıştır. Çünkü insanın kusurlu olması adaletsizliğe ve itaatsizliğe yol açmış, yollar aynı yere çıkmış, fitneler Allah'ın dininin neredeyse yok olacağı noktaya kadar yayılmıştı. Şehitlerin, salihlerin, peygamberlerin, salihlerin bütün fedakarlıkları adeta yıkılmıştı, öyle ki cehalet ve ilim gece ile gündüz gibi eşitlenmişti... O gün uykuda olanları uyandıracak, sessiz vicdanları sarsacak, Sur’a üflenmesi gibi büyük bir ses gerekiyordu. Dini canlı tutmak için bu dinin büyüklüğüne layık bir kurban gerekiyordu. Zamanının en kusursuz insanı, bu kurban olmak için en uygun kimse değil miydi?
Her Aşura günü, Hüseynî kıyamın yeni manaları doğar, insanlar Hz. Hüseyin’in kemalinin yeni bir yönünü keşfeder ve onun farklı boyutları ile karşılaşır.
Aşura sadece Hz. Hüseyin (a.s), ailesi ve dostlarının şehit olduğu bir gün değil, bir tarih okuludur. Bu okuldan alimler hala ilim öğrenir. Burası İmam Hüseyin (a.s) şehrinin kapısıdır. Her hikmetli işin karara bağlandığı Kadir gecesinin sırrıdır.
Bir müminin döktüğü en şerefli göz yaşının, Hz. Hüseyin (a.s) için akıtılan göz yaşı olduğunu biliyoruz. Gözyaşları Allah korkusundandır. Çünkü kalbin tepkisinin işaretidir. Hz. Hüseyin (a.s) , Allah'ı akıl, kalp ve ruhla tanımanın sembolüdür. Bu nedenle müminin Hz. Hüseyin (a.s) için döktüğü gözyaşı, Allah’ı tanıması, hakkı bilmesi ve İmam’ın yolunda devam ettiği anlamına gelir.
Yazı: Reca Muhammed Baytar – Lübnan
Çeviri: Merve Soydaş Gök