İmam Ali’nin (a.s) adaletsizlik karşısında siyasi yaklaşımı ve mücadele yöntemi

2024-02-09 16:12:59

Dr. Celil Mansur el-Ureyyid - Tunus

İmam Ali’nin (a.s) Emevileri soyutlamaya çalıştığı maddi unsurlar, hilafeti kabulünün ilk günlerinde ortaya koyduğu politikası gereği yaptığı eşitlik çağrısıyla mücadele edilmesinde için ilk sebepti. Bu, bizi İbn-i Haldun’un şu sözlerini düşünmeye götürdü: “Hz. Ali (a.s) ve Muaviye arasındaki anlaşmazlık, asabiyyetten (kabilecilik) kaynaklanmıştır. Onların yolu hak ve içtihattır. Onlar dünyevi bir amaç ya da sahte fedakârlık için savaşmamışlardır. Onların içtihatları hak konusunda ayrılığa düşmüş ve her biri arkadaşlarının gözünde ahmaklıkla suçlanmıştır.”

Bu sözleri enine boyuna ele alırsak, Ali bin Ebi Talib'in (a.s) düşüncesinde kabilecilik kavramının, İbn Haldun'un anladığı kabilecilik kavramından köklü bir şekilde farklı olduğunu açık bir şekilde görürüz. İbn-i Haldun dini çağrının milli kavmiyetçiliğe dayanmadığı sürece başarıyla taçlanmayacağını düşünüyordu. Bu teorisini “Allah (c.c) hiçbir peygamberi kendi kavminden koruyucuları olmadan göndermez” Hadis-i şerifine dayandırmıştır.

Diğer yandan İmam Ali (a.s) ise İslam ile aldatmak ve İslam’ın nurunu söndürmek isteyen kişilerin bizzat Peygamber Efendimizin (s.a.a) kavmi ve Kureyş kabilesi olduğunu düşünür. Bunu Muaviye’ye yazdığı mektuplardan birinde şöyle ifade edilmiştir: “Kavmimiz (Kureyş), Peygamberimizi öldürmeyi, kökümüzü kurutmayı arzulayarak aleyhimize komplolar kurmuş, başımıza alçakça işler açmıştı. Bizden huzuru alıp yerine korkuyu bırakmış, sarp dağ (Ebu Talib vadisinde) yamaçlarında yaşamaya mecbur etmiş, aleyhimize savaş ateşini yakmıştı.” Bu nedenle din, kabileciliği reddederek Allah yolunda cihad için onlarla savaşmayı mübah kılmıştır.

İmam Ali (a.s) bu düşüncesini şu sözleriyle ifade etmiştir: ”Bizler Resulallah (s.a.a) ile birlikteydik, o zaman savaş evlatlar, babalar, akrabaları ve kardeşler arasındaydı. Fakat her sorun ve musibetin ardından imanımız daha da arttı.”

Öyle görünüyor ki Hz. Ali’nin (a.s) düşüncesindeki asabiyyet (kavmiyetçilik) İslami ilkeleri takip eden ideal bir toplum inşa etme arzusu anlamına gelen bir takım ahlaki değerlerdir.

Emevî kavmiyetçiliği ise cahili değerler üzerine kurulu olup, kabilenin çıkarlarının kapsamıyla sınırlı, dar bir bakış açısına dayanmaktadır. Ayrıca Emevî kavmiyetçiliği, -bizim inancımıza göre- kişisel inanç temellerine dayanmıyordu; maddi kazanımları korumaya yönelik bir kılıftı. İşte bu nedenle, İbn-i Haldun’un Muaviye için -içtihat- olarak adlandırdığı şey, şeriat hukukundaki içtihadın anlamı ile tutarlı değildir.

Ancak Hz. Ali (a.s) ile Muaviye arasındaki anlaşmazlığın hükmü şeriat kanunuyla sabittir. Çünkü Muaviye’nin Şam halkını, saf Müslümanları ve dünya menfaati peşinde koşanları aldatmak için kullandığı temel çağrısı, halife Osman'ı onu öldürenlerden intikamını almaktı. Hz. Ali (a.s) ile Muaviye arasında geçen mektuplardan da anlaşılacağı üzere bu her yönüyle tutarsız bir iddiadır. Bu, Hz. Ali (a.s) ile Muaviye arasında geçen mektuplardan da açıkça anlaşılmaktadır. Mesele şer’i açıdan ele alındığında, Muaviye, halife Osman’ın katillerinden intikam alma yetkisine sahip değildir. Çünkü Halife Osman’ın velisi olan evlatları vardır.

Daha sonra, eğer Hz. Ali (a.s) Muaviye'nin velayetini ve Osman'ın kanının akrabalık bağları temelinde talep edilmesine izin verseydi, öncelikle şu adımları atması gerekecekti: İlk olarak halkın genel katılımıyla yapılan bir biat kabul edilir ve ardından katiller sorumluların önünde yargılanırdı. Zira İslam’da toplumun hiçbir ferdinin statüsü ne kadar yüksek olursa olsun, bunu yapabilecek meşru bir otorite olduğu sürece bir suçludan intikam almaya, zina yapanı cezalandırmaya, bir katili öldürmeye ve yasal hakkı yoktur. Çünkü İslam'da ve diğer beşerî kanunlarda suçluları yargılamak ancak yargı sisteminin yetkisindedir.  Allah-u Teâla bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur {Bir kimse haksızlıkla öldürülürse velisine yetki verdik; ancak o da öldürme hususunda sınırı aşmasın..} (İsra-33) Muaviye, halife Osman'ın katillerine karşı misilleme talebinde bulunurken, saptırdığı iddialarını bu ayet-i kerimeye dayandırmıştır. Bu ayetin açıklaması, "Öldürülenin ailesinin ve akrabalarının, öldürenlerden intikam almaları gerektiğini" değildir suçlamaları hükümet yetkilisi önünde kanıtlamaları gerektiğini ifade eder. Adaletle hükmederse hükümeti doğru olur, aksi takdirde ahlaksız olur ve imamlığı geçersiz olur.

Dolayısıyla Muaviye'nin Osman'ın kanı için yaptığı gösteri, İmam Ali’nin gözünde “bir çocuğun süt almak için yaptığı hilelere” benziyordu. Bu, Muaviye'nin hayatı boyunca Şam vilayetinde kalmak ve Müminlerin Emiri’nin (a.s) halifeliğine herhangi bir taahhütte bulunmamak için ardına sığınmaya çalıştığı bir hiledir.

İbn Haldun'un Muaviye'yi temize çıkarmaya çalışmasının esasında, onun sahte isyanını haklı göstermeye çalışmak vardır. Bu aynı zamanda başta Muaviye olmak üzere Emevîlerin komplolarını boşa çıkarmak için İmam Ali’nin (a.s) sert bir tavır takınmasına neden olan doğrudan sebeptir. Muaviye bir grup hainin liderliğini yaptı ve belirsizlik yaratmak için onlara yanıltıcı bilgiler sağladı. Bu sayede kiminle savaştıklarını bile bilmediler.

Çeviri: Merve Soydaş Gök

العودة إلى الأعلى