İmam Hüseyin’in (a.s) yolunda... Gölge ile berzah arasında yazılan hikayeler

Bazı anlar vardır ki mürekkeple yazılmaz; yolun tozuna düşen mütevazı bir gözyaşıyla yazılır. Bazı görüntüler vardır ki sıradan bir sahne değil, irfan makamlarından biridir; Kerbelâ’ya doğru yürüyen yaşlı bir kadının gözlerinde tecelli eder, yahut bedenini başkalarına gölge kılan bir adamın duruşunda… Sanki Hz. Hüseyin (a.s) sadece kanıyla değil, ona yürüyenleri aşkıyla da diriltmiştir.

Birinci sahne: “Ölümle alay eden kadın”

Erbain yolunda, kalplerin ayaklardan önce yol aldığı yerde, yolcuların nefesleri yaşlı bir kadının önünde durdu. Yüzünü örten kırışıklıklar, hasret ve kayıplarla dolu uzun bir hayatın haritası gibiydi. Eğilmiş beli dua yayı gibi, bastonuna dayanıyor ama aslında onu taşımıyordu; adeta asırlara dayanak olmuş gibiydi.

Ona yaklaşan biri, kaygıyla sordu:

– Anacığım, yol uzun… Sen yaşlısın. Yorulmandan, hatta ölmeden korkuyoruz.

Kadın kaşlarını masum bir şaşkınlıkla kaldırdı. Sonra dudakları bir tebessümle açıldı. Sahici bir ses tonuyla dedi ki:

– Öleyim mi? Ölüm ne demek ki?

Sonra biraz mizah, biraz gerçek karışık bir sesle dedi ki:

– Hüseyin “Berzah’ın genel müdürü” değil mi?

Böyle söyledi. Ne felsefeyle süsledi sözünü, ne de ariflerin terminolojisini kullandı. O, kalbiyle onların dilini konuştu. Sanki sırrı öğrenmiş bir çocuktu; açıklamaya ihtiyacı yoktu. Yolun sahibine teslim olmuştu; bize hayat vermek için berzahı kanıyla geçen kişiye.…

Attığı her adım arasında yaşlı kadın hayata şu mesajı yazıyordu:

“Eğer imama (a.s) giden yolsa, ölümden korkmayız. Çünkü Hüseyin (a.s), kendisine yürüyenleri berzahta asla garip bırakmaz.”

İkinci sahne: “Gölgeye dönüşen adam”

Yakıcı güneş ziyaretçilerin üzerine alevini dökerken, yolun kenarında uzun boylu, geniş omuzlu bir adam durdu. Yanında hiçbir şey yoktu, sadece kendi bedeni. Ne su dağıtıyordu, ne yemek sunuyordu, ne şiir okuyor, ne hutbe söylüyordu. Sadece… duruyordu.

Ama nasıl duruyordu?

Aba’sını melek kanatları gibi açmış, kollarını gölgelik gibi uzatmıştı. Koca bedeniyle susuzluğun çölünde bir huzur duvarı örmüştü.

Ziyaretçiler onun altından geçerken, sanki güneşle girdikleri savaşta güvenli bir tünelden geçiyor gibiydiler. Kimse adını sormadı, o da şükran beklemedi.

Birisi ona takılarak dedi ki:

– Neden bizimle birlikte Kerbelâ’ya yürümüyorsun?

Adam, derin bir yakînle yerleşmiş birinin sakinliğiyle cevap verdi:

– Ben bu durarak da yürüyorum… Hüseyin (a.s) ışığın yolu değil mi? O hâlde, onun yolundaki her gölge başka bir nurla yürümektir.

Kiminin verecek malı yok, hizmet edecek imkânı yok, hatip dili yok… Ama bedeni var. Onu yastık yapar, gölgelik yapar, yahut bir tebessüm. Hüseyin’e yürürken, hizmet ölçüsü sözle değil, bir kalbe bıraktığın huzurla ölçülür.

Sonuç: Hüseyin… iki yolun sahibi

İmam Hüseyin’e (a.s) giden yol metrelerle değil, bıraktığı izlerle ölçülür. Mürekkeple değil, aşkla yazılır.

Orada ölümle alay eden vardır; çünkü ahiretin işlerini yöneten kişiye gitmektedir. Orada bedenini yol yorgunlarına çadır yapan vardır.

Ey bu yolda yürüyen! Yanında bir şey taşıyamıyorsan, kalbinle yürü. Yürüyemiyorsan, gölge ol. Bir latife ile moral ver. Hatta bir damla gözyaşıyla iz bırak.

Çünkü Hüseyin’in (a.s) huzurunda…

Her çaba bir vuslattır, her gölge bir ışıktır, her ölüm bir hayattır.

العودة إلى الأعلى