Kâinatın Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed’in karanlıktan aydınlığa çıkaran hayatı

2024-09-17 18:16:26

Resul-i Ekrem Hz. Muhammed’in kişiliği Müslümanların kalplerinde ve vicdanlarında güçlü bir varlığa sahiptir. Aslında, bu varlık İslami daireyi aşarak insani ve küresel daireye ulaşmıştır. Amerikalı ünlü tarihçi ve yazar Michael Hart, ''Tarihte En Önemli Yüz Kişi'' adını verdiği kitabında, bir numaralı isim olarak övgüyle söz ettiği Hz. Muhammed'e (s.a.a) yer vermiştir. Resulullah (s.a.a) güçlü karakteri ve tarihin başlangıcından günümüze kadar insanoğlunun varlığı üzerinde sahip olduğu kişisel etkisi nedeniyle, bu konuma ulaşmıştır.

Peygamber Efendimizin (s.a.a) mis kokulu hayat hikayesinin sayfalarını çevirdiğimizde, dünyayı karanlıktan aydınlığa çıkaran bu şahsın büyüklüğünü daha iyi anlıyoruz. Kabilelerin birbirini parçaladığı, güçlü olanın zayıf olanı ezdiği, kadınların başka bir kabile tarafından alıkonulursa kabile için bir utanç kaynağı olabileceği için öldürüldüğü ve Allah'ın hiçbir delil indirmediği adaletsiz kanunlar altında inleyen bir toplumun arasından çıkan Hz. Muhammed (s.a.a) insanları delaletten hidayete çıkarmıştır.

Siyer kitaplarında Hz. Muhammed’in (s.a.a) künyesi şöyle sıralanıyor: Hz. Muhammed (s.a.a), Abdullah, Abdülmuttalib (asıl ismi Şeybe), Hâşim, Abd-i Menâf (Muğîre), Kusay, Kilab, Mürre, Kâb, Lüeyy, Galib, Fihr (Kureyş), Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike (Amir), İlyas, Mudar, Nizar, Maad, Adnan, (Hz. İsmail’in soyundan gelen) Udd, İsmâil (a.s.), İbrâhim (a.s.).

Tüm tarihçiler tarafından doğrulanan bu neseb, Hz. Muhammed’in (s.a.a) soyunun Hz. İbrahim’e dayandığını göstermektedir. (Neseb âlimlerince, Peygamber Efendimizin yirminci dedesi olan Adnan`ın Hz. İbrâhim`in neslinden olduğu ittifakla kabul edilmektedir. Adnan ile İbrâhim (a.s.) arasında uzun bir zaman mesafesi vardır. Bir kısım neseb âlimleri arada kırk batın (göbek) bulunduğunu belirtirler. Buna göre aradaki zaman biriminin ne kadar uzun olduğunu az çok tasavvur etmek mümkündür.

Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimizin yirminci dedesi Adnan`dan Hz. İbrâhim`e kadar olan ikinci kademe neseb silsilesi, basamak basamak tespit edilememiştir.)

Annesi Amine (s.a) Resulullah’ı (s.a.a) hicretten 53 yıl önce 571 yılında 12 Rebi'ül-Evvel tarihinde dünyaya getirmiştir. Babası Abdullah bin Abdulmuttalib, henüz Hz. Muhammed dünyaya gözlerini açmadan önce vefat etmişti.  O, gelecekteki hayatına cesur, sabırlı, metanetli, dayanıklı bir şekilde ve zorlu bir yaşam tarzına alışmış bir ruhla hazırlandı. Bu psikolojik güç ve özgüven, annesi Amine’nin henüz Peygamber Efendimiz (s.a.a) beş yaşındayken ölümüyle daha da derinleşti. Annesinin ölümünden sonra dedesi Abdulmuttalib onunla ilgilendi. Muhammed çocukken, dedesinin verdiği gibi bir şefkate en çok ihtiyaç duyduğu zamanda dedesini de kaybetti. Bu durum, amcası Ebu Talib’i onu himayesine alması için teşvik etti. Daha sonra, peygamberliğini ilan ettiğinde ailesi ve yakınları ondan uzaklaştığında, Hz. Muhammed’i koruyup savunan kişi olarak kalmaya devam etti. Çocukken Hz. Muhammed’i (s.a.a) himayesi altına alan Ebu Talib, Peygamberliğini de tüm inanç ve samimiyetiyle savundu. Kavmi onu inkar edip çağrısının doğruluğuna inananların sayısı çok azken de, Ebu Talib yine Hz. Muhammed’in yanındaydı.

Mekke'deki saygınlığı ona "doğru sözlü ve güvenilir" anlamına gelen "El-Emin" lakabını vermeleriyle artmıştı. Bu unvan, Mekke gençlerinin o dönemde içki içip eğlenceye düşkün olmalarının aksine, Hz. Muhammed’in (s.a.a) temiz ve güvenilir bir yaşam sürmesinden dolayı kendisine verilmişti. Bu asil genç, hem kendi kavminde hem de yabancı ortamlarda Mekke'nin sokaklarında ve pazarlarında yürürken, satıcıların ve tüccarların ağızlarından yayılan yalanları duyduğunda İnsanların acımasızlığından ve doğruluğun ve hakikatin küçümsenmesinden dolayı sarsılırdı. Tüm sahtekârlığa karşı, elinden gelen tüm güçle direnmeye çalışır, etkileyici bir şekilde, akıcı bir dille doğruları ifade ederdi.

Dedesi Abdulmuttalib'in vefatından sonra, bakımını üstlenen amcası Ebu Talib, çocuklarının çokluğundan dolayı fakir bir durumdaydı. Fakirlik ve yoksulluk, Muhammed'i (s.a.a) de amcaoğullarını etkilediği kadar etkiledi. Ancak bu durum, onun azmini sarsmadı ve başını eğdirmedi.

Muhammed (s.a.v.)'in doğup büyüdüğü ve genç yaşına kadar yaşadığı Mekke, güneyde Yemen ve onun zenginlikleri ile kuzeyde Irak ve Şam'ın kesişim noktasında bulunduğu için bir ticaret noktası haline gelmişti. Muhammed (s.a.a) yoksulluğuna ve sınırlı imkanlarına rağmen, dürüstlük ve güvenilirliğiyle hem tüccarlar hem de mal tüketicileri için bir gurur kaynağıydı. Bu durum, onu, Kureyş’in önde gelen evlerinden bazılarının tekelinde olan ticaretle uğraşmaya teşvik etti. Bu evlerden biri, her yıl Şam ve Yemen’e ticaret yapan Hz. Hatice ve ailesinin eviydi. Hz. Muhammed (s.a.a), kendi kavminde soylu olan, ailesi arasında saygı gören Hz. Hatice tarafından, Şam ile Yemen arasında düzenlenen kervanlar aracılığıyla yaptığı ticaret için vekil olarak seçildi. Bunun nedeni, Hz. Hatice'nin Muhammed'in (s.a.a) güzel karakter özelliklerini gözlemlemesiydi.

Hz. Muhammed’in (s.a.a) güzel ahlakı, dürüstlüğü ve iffeti Hz. Hatice’nin dikkatini çekmişti. Mekke’de o dönemin geleneklerine göre kendisiyle evlenmesi için haber göndermişti. Hz. Hatice, akrabası oluşu, Kureyş'in en etkin kollarından Benî Hâşim'e mensup şerefli, güvenilir, güzel huylu, doğru sözlü oluşu, alışverişteki dürüstlüğü gibi sebeplerle Hz. Peygamber'e (s.a.a) evlenme teklifi göndermişti.

Hz. Muhammed (s.a.a), Hz. Hatice'nin teklifini kabul ederek ölümden başka hiçbir şeyin ayırmadığı bir evlilikle derin ve güçlü bir bağ kurdu. Böylece, mücadele dolu hayatının yeni bir sayfasına, yani evlilik ve babalık sorumluluğuna başlamış oldu. Allah, onlara çocuklar verdiğinde, bu çocukların üzüntülerine üzülen, sevinçlerine ise mutlu olan bir baba olarak hayatına devam etti.

Mekkeli bu yetim çocuğun büyüyerek Allah’ın böyle varlıklı bir hayat bahşetmesi üzerine Kuryş halkı onu kıskanmaya başlamıştı. Allah, ona helal ve temiz bir rızık vererek yoksulluktan kurtardı. Fakat Muhammed, tüm bunlara rağmen diğer insanların aksine endişeli, sıkıntılı ve her zaman kederliydi. Kureyş kavmi, tapındıkları putlara karşı eğilerek secde ediyor, onlara kurbanlar sunuyor, adaklarda bulunur, hatta onların önünde alkol alarak sarhoş olurlar ve zayıf kadınları yağmalamaktan, yağmalamaktan, öldürmekten çekinmiyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.a) bu davranışların hepsinden rahatsız oluyor ve onların ilahına karşı hiç bir çekim hissetmiyordu.

Tüm bu karanlık ve trajik olaylar, Hz. Muhammed’i yalnızlığa itmiş ve her fırsatta onu uzak dağlardaki bir mağaraya gitmesine neden oluyordu. Burada her şeyden arınmış olarak ve ruhun bu dağların fısıldadığı her sese kulak verebildiği bir boşluk içerisindeydi. Sanki bu dağlar ona her şeyi açıklamak istiyordu.

Hz. Muhammed (s.a.a) kırk yaşına geldiğinde, hem beden hem zihin olarak artık hazırlanmıştı. Sık sık gördüğü sadık rüyalarla imanla doldurmuştu. Bu rüyalar, ona varoluşun gerçekliğine dair bir bakış açısı kazandırarak, bu gerçekliği derinlemesine araştırma ve anlama arzusunu uyandırmıştı.

Bir gün, Hz. Muhammed (s.a.a), eşi ve amcasının kızı olan sevgili ve merhametli eşinin yanına titreyerek geldi ve ona “Beni örtün” dedi. Bu, pazarda ticaret yapan bir adamdan, sabah akşam kendisine göklerden vahiy inen bir insana dönüşmesinin yarattığı titremeydi. Mazlumlar, yoksullar, ezilenler ve zulme uğrayanlar onun destekçisi ve müridi olurken, halkın efendileri ve parası olanlar da ona düşman oldu. Hz. Muhammed’in (s.a.a) davet ettiği yeni dini, kendi varlığını, çıkarlarını ve toplumsal statüsünü tehdit olarak gören herkes İslam Peygamber'ine karşıydı. Nübüvvet görevi, sıradan ve beşeriyetten üstün, mukaddes bir nitelik taşıdığı için, vahyin taşıyıcısı olan peygamber de –dolayısıyla–  mukaddesat ile sıradan olanı buluşturan bir aracıdır.


Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.a) risaletten sonraki hareket noktası, ahlaki bir temele dayanıyordu. Bu temel, toplumsal davranışların çeşitli yönlerine, eşitlik çağrısında bulunmaya, yetimlerin korunmasına ve cinsiyeti, rengi veya mensubiyeti ne olursa olsun, mazlumlar ve mahrumlar için adalet vurgusu yapıyordu. Daha sonra bu hareket noktası tırmandı ve tevhit çağrısı yoluyla Kureyş’in merkeziyetçiliğini tehdit eden bir noktaya geldi. Tevhid çağrısı ve putperestliğin terk edilmesi, ahlaki erdemlerin zirvesinde yer aldı. Hz. Muhammed (s.a.a)  bu erdemleri en mükemmel şekilde tamamlamak için gönderilmişti. Bu dururm, Kureyşliler'in, onu amaç ve hedeflerinden caydırmak istediği nefretin doğrudan nedeniydi.

Bu davetin en önemli meyvelerinden biri, Allah Resulü (s.a.a) ve arkadaşlarının açıktan kıldıkları namazdı. Bu namaz, Kureyş’in önde gelenlerine meydan okuma anlamına geliyordu. Bu durumu bir tehdit olarak algılayan Kureyş, her türlü yöntemi kullanarak bu insanları ortadan kaldırmaya çalıştı. Çünkü Hz. Muhammed, başkaları üzerinde öyle bir etki yaratıyordu ki, Kureyşliler onu hitabeti, delilleri ve hızlı zekâsıyla kalpleri ve akılları değiştiren bir büyücü olarak düşünüyordu.

1.      Bölüm

Yazı: Esra er-Rebii

Çeviri: Merve Soydaş Gök 

العودة إلى الأعلى